Yüz ölçümü ile dünyadaki en büyük dört katedralden biri olan Ayasofya İstanbul’un fethi sonrası cami olarak kullanıldı ve Cumhuriyet döneminde müzeye dönüştürüldü.
Bugün yeniden cami olarak ibadete açılan yapının 1500 yıllık geçmişine ilişkin ilginç tarihi bilgilerin yanı sıra nesilden nesle aktarılan pek çok efsanesi de bulunuyor.
Yüze yakın bu efsanelerden öne çıkanları kısaca derledik.
Hristiyanların bir efsanesine göre İstanbul’un fethedildiği gün Ayasofya’ya sığınan halk için toplu ayin yapılıyordu.
Ana kapılar Osmanlılar tarafından açılmadan önce rahiplerden biri Müslümanların eline geçmemesi için vaaz kürsüsünde duran ve içinde Hz.İsa’nın kanının sunulduğuna inanılan kutsal çanağı aldı ve bir meleğin gelip kendisine yol göstermesiyle içerde bulunan bir kapıdan geçti ve kapı arkasından kapandı. Ancak daha sonra bu kapıyı bulabilen olmadı.
Efsaneye göre o rahip o gün orada başlayan ayini tamamlamak için tanrının kendisini yeniden uyandıracağı günü o götürüldüğü kapının arkasında bekliyor.
Ayasofya’nın toplam 361 kapısı var. Bu kapılardan yüz biri büyük kapılar ve onların tılsımlı olduğuna inanılıyor. Bu kapılar ne zaman sayılsa fazladan bir kapı daha ortaya çıktığı aktarılan bir başka efsane.
Anlatılanlara göre İmparator Jüstinyen Ayasofya için yapılan inşaat planlarından memnun değilmiş. Daha da görkemli bir yapı istiyormuş. Bir Pazar ayini sırasında bir arı gelerek ayinde kullanılırken imparator tarafından yanlışlıkla yere düşürülen kutsal ekmekten bir parça alıp uzaklaşmış.
İmparator şehirdeki tüm arıcılara bu arıyı ve aldığı ekmek parçasını bulmaları için haber salmış. Arıyı bulan kişi ise inşaat planlarını beğenmediği mühendis olmuş. Kendi balını üreten mühendisin kovanında bulunan arılar kovanın içine peteklerden daha önce hiç görülmemiş bir kilise şekli örmüşler.
Arının alıp gittiği kutsal ekmek parçası da kutsal masanın üzerinde bulunmuş. Onu oraya arının bıraktığı düşünen İmparator masanın Ayasofya’nın temelinde kullanılmasını istemiş.
Ayasofya’nın içinde ‘Ağlayan Sütun’ olarak bilinen mermer yapının Hz.Meryem’in evindeki bir sütun olduğuna inanılıyor.
Meryem Ana’ya, Hz.İsa’nın yakalandığını ve kendisine işkence edildiğini söylediklerinde ağlamaya başladığı ve hissettiği o acıyla gözyaşı damlalarından birinin yaslandığı sütuna düşer düşmez, dokunduğu yeri kezzap gibi erittiği söyleniyor.
Bir diğer efsane de şöyle; Ayasofya’nın yapımı sırasında İmparator Jüstinyen, inşaatı kontrol etmek için sık sık Ayasofya’ya gelirmiş. Bir gün Ayasofya’da dolaşırken rahatsızlanmış ve çok şiddetli bir baş ağrısına tutulmuş.
Bu sırada o baş ağrısıyla Terler Direk’e kafasını dayamış ve hastalığının geçmesi için dua etmiş. Bir müddet sonra mucize eseri rahatsızlığı ve baş ağrısı tamamen geçmiş. İmparator dikkatlice sütuna baktığında sütunda ufak bir delik meydana geldiğini ve bu delikten gözyaşı gibi bir yaşın süzüldüğünü görmüş. Bu yaşın da, Meryem Ana’nın gözyaşı olduğunu ve kendisini iyileştirmesi için Tanrı tarafından gönderildiğini düşünmüş. Halk bu mucizeden haberdar olmuş ve sütunu kutsal kabul etmiş.
Yüz ölçümü ile dünyadaki en büyük dört katedralden biri olan Ayasofya İstanbul’un fethi sonrası cami olarak kullanıldı ve Cumhuriyet döneminde müzeye dönüştürüldü.
Bugün yeniden cami olarak ibadete açılan yapının 1500 yıllık geçmişine ilişkin ilginç tarihi bilgilerin yanı sıra nesilden nesle aktarılan pek çok efsanesi de bulunuyor.
Yüze yakın bu efsanelerden öne çıkanları kısaca derledik.
Hristiyanların bir efsanesine göre İstanbul’un fethedildiği gün Ayasofya’ya sığınan halk için toplu ayin yapılıyordu.
Ana kapılar Osmanlılar tarafından açılmadan önce rahiplerden biri Müslümanların eline geçmemesi için vaaz kürsüsünde duran ve içinde Hz.İsa’nın kanının sunulduğuna inanılan kutsal çanağı aldı ve bir meleğin gelip kendisine yol göstermesiyle içerde bulunan bir kapıdan geçti ve kapı arkasından kapandı. Ancak daha sonra bu kapıyı bulabilen olmadı.
Efsaneye göre o rahip o gün orada başlayan ayini tamamlamak için tanrının kendisini yeniden uyandıracağı günü o götürüldüğü kapının arkasında bekliyor.
Ayasofya’nın toplam 361 kapısı var. Bu kapılardan yüz biri büyük kapılar ve onların tılsımlı olduğuna inanılıyor. Bu kapılar ne zaman sayılsa fazladan bir kapı daha ortaya çıktığı aktarılan bir başka efsane.
Anlatılanlara göre İmparator Jüstinyen Ayasofya için yapılan inşaat planlarından memnun değilmiş. Daha da görkemli bir yapı istiyormuş. Bir Pazar ayini sırasında bir arı gelerek ayinde kullanılırken imparator tarafından yanlışlıkla yere düşürülen kutsal ekmekten bir parça alıp uzaklaşmış.
İmparator şehirdeki tüm arıcılara bu arıyı ve aldığı ekmek parçasını bulmaları için haber salmış. Arıyı bulan kişi ise inşaat planlarını beğenmediği mühendis olmuş. Kendi balını üreten mühendisin kovanında bulunan arılar kovanın içine peteklerden daha önce hiç görülmemiş bir kilise şekli örmüşler.
Arının alıp gittiği kutsal ekmek parçası da kutsal masanın üzerinde bulunmuş. Onu oraya arının bıraktığı düşünen İmparator masanın Ayasofya’nın temelinde kullanılmasını istemiş.
Ayasofya’nın içinde ‘Ağlayan Sütun’ olarak bilinen mermer yapının Hz.Meryem’in evindeki bir sütun olduğuna inanılıyor.
Meryem Ana’ya, Hz.İsa’nın yakalandığını ve kendisine işkence edildiğini söylediklerinde ağlamaya başladığı ve hissettiği o acıyla gözyaşı damlalarından birinin yaslandığı sütuna düşer düşmez, dokunduğu yeri kezzap gibi erittiği söyleniyor.
Bir diğer efsane de şöyle; Ayasofya’nın yapımı sırasında İmparator Jüstinyen, inşaatı kontrol etmek için sık sık Ayasofya’ya gelirmiş. Bir gün Ayasofya’da dolaşırken rahatsızlanmış ve çok şiddetli bir baş ağrısına tutulmuş.
Bu sırada o baş ağrısıyla Terler Direk’e kafasını dayamış ve hastalığının geçmesi için dua etmiş. Bir müddet sonra mucize eseri rahatsızlığı ve baş ağrısı tamamen geçmiş. İmparator dikkatlice sütuna baktığında sütunda ufak bir delik meydana geldiğini ve bu delikten gözyaşı gibi bir yaşın süzüldüğünü görmüş. Bu yaşın da, Meryem Ana’nın gözyaşı olduğunu ve kendisini iyileştirmesi için Tanrı tarafından gönderildiğini düşünmüş. Halk bu mucizeden haberdar olmuş ve sütunu kutsal kabul etmiş.